Toplumsal Cinsiyet Okumaları / Toplumsal Cinsiyet ve Siyaset

24 Nisan 2021

Toplumsal Cinsiyet Okumaları’nın ikinci döneminin altıncı haftasında “Toplumsal Cinsiyet ve Siyaset” başlığında Yaprak Zihnioğlu ve Prof. Dr. Serpil Sancar’ı dinledik. Okumalar sırasında öne çıkan satırlar şöyleydi:

 

Yaprak Zihnioğlu: “Toplumsal Cinsiyet ve Siyaset İlişkisinde Nezihe Muhiddin Örneği”

Nezihe Muhiddin, Türkiye’nin ve dünyanın yaşadığı eski toplumdan yeni topluma geçişin büyük alt üst oluşlarının, dünya savaşlarının, yıkılan imparatorlukların ve inkılaplar dönemlerinin tanığı olmuş bir kadın hakları aktivisti ve ünlü bir edibedir.  Yaşadığı yarım asra yüzlerce makale, öykü, yazı, mensure [nesir şiir], tiyatro, operet, roman, novella [kısa roman], fantezi, çeviri, anlatı, mektup, hitabet, basın açıklaması sığdırmıştı. Genç yaşında Kız Sanayi Mektebi ve daha sonra Selçuk Hatun Sultanisi müdürlüğüne tayin edilmişti.

Nezihe Muhiddin’in ilk bakışta göze çarpan özelliği düşünsel ve eylemsel cesaretidir. II. Meşrutiyet döneminde yazan çizen, erkeklerle mücadele eden, kadın hareketini savunan kadınların ortak özelliği çok cesur kadınlar olmaları. Diğer ortaklıkları ise siyasi bir partiden her türlü bağımsız olmaları. Nezihe Muhiddin, herhangi bir partinin programı çerçevesine girmek istemiyor çünkü onun söylediği şeyler çok daha ileri. Kadınların geleceğine dair düşüncelerini ne İttihat ve Terakki’nin düşünceleri ne de daha sonra kurulan Cumhuriyet Halk Fırkası’ nın görüşleri kapsıyor. En baskıcı dönemlerde dahi konuşmaktan ve yazmaktan korkmayan bir kadın Nezihe Muhiddin. Eril, cinsiyetçi rejimin kuşatması altında hareket etmeye çalışan kadınların olduğu bir dönemde yazıyor o da. İnsanları ikna edebilen, örgütlenme, insanlarla iletişim konusunda başarılı bir kadın. Kadın hareketine faydası olacak konularda herkesin katkısını almayı, kadınlar lehine kullanmayı ihmal etmeyen bir kişilik.

Nezihe Muhiddin, Fatma Aliye ve Emine Semiye gibi II. Meşrutiyet döneminin kadın aktivistleri Millî Mücadele’yi ve kurulan genç Cumhuriyet’i kadınlara sunduğu eşitlik ideali ve medeni, çağdaş bir yönetim biçimi olduğu için desteklediler. Cumhuriyet inkılaplarını, laikliği savundular. Bu tutum Anadolu’nun ücra kentlerine değin kadınlar arasında çok yaygındı. 

Çok renkli bir kişilik olarak Nezihe Hanım, II. Meşrutiyet döneminde filizlenen Kadın İnkılabının, erken Cumhuriyet dönemindeki kadın hakları hareketinin içinde mücadele ederken, edebiyattan, şiirden kopmadı. Toplumsal sorunları fark etmek ve çözüm aramaktan vazgeçmedi. Onun siyasi eğilimlerini tam anlamıyla bir çerçeve içine oturtmak zor. Bunun nedeni kadınların siyaset alanını kavrayışlarındaki tam tanımlayamadığım bir özellikte yatıyor. Eril siyaset etme biçimi hâkimiyet kurmak, yönetmek ve bunun psikososyal karşılığı olan kişisel tatmin, mevki, maddi zenginlik vb. iken, kadınların siyasal alana yaklaşımlarının “sorun çözme” odaklı olduğunu görüyoruz. Kabul edilmeyen varoluşlarını, yeteneklerini göstermenin yolu topluma bir şekilde değmek, sorunların çözümüne katkıda bulunmakla bağlantılı. Bireyselci değil, paylaşımcı politikalar, alıştıkları imece tarzı, hiyerarşiyi dışlayan, ortaklaşmacı çalışma biçimleri içindeler. Erkeklerin “iktidar” modelini sorgulamaları bunu düşündürtüyor.

Serpil Sancar: “Türk Modernleşmesinin Cinsiyeti”

Bugün Türkiye’de kadın hakları konusunda bir fotoğraf çekersek birtakım haklara sahip gibi görünsek de dini yönetim, kamusal alan, siyasal kararlara katılım konusunda kadınların yeterince söz sahibi olamadığını görürüz. Bu durumun geçmişten gelen bir süreklilik olup olmadığı sorgulanabilir.

Öncelikle şunu belirtmek gerek bugün olduğu gibi geçmişte de 20. yüzyılın sonunda da kadın hakları hareketi diğer insan hakları hareketi gibi sınırı aşan, küresel çapta ortaya çıkmış hareketlerdi. 18. yüzyılın sonunda ve daha sonra Cumhuriyet’e giden dönemde Osmanlı’da ve Cumhuriyet döneminde kadın haklarını savunan kadınlar aslında dünyada olup bitenden büyük ölçüde haberdardılar ve paralel şeyler söylüyorlardı. 1918’e kadar Milletler Cemiyeti bünyesinde kadın haklarına dair ciddi bir tartışma, bir komisyon olduğunu biliyoruz. Savaş bunu kesintiye uğrattı ama Birleşmiş Milletler’ in İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin yayınlanması sonrası 1946’da Birleşmiş Milletler çatısı altında Kadının Statüsü Komisyonu kuruldu ve dünya çapında bir kadın hakları profili oluşturuldu.

Kadın hakları, insan haklarını koruma gibi başından itibaren sadece yerli değil sınır aşan, küresel bir tanım ile ortaya çıkmıştır. Bu her coğrafyaya özgü bir kadın hakları düşüncesi olmasını engellemiyor elbette. 20. yüzyılın başında kadın hakları konusunda üzerine anlaşılan genel tanım; kadınlar da insandır ve erkekler gibi temel insan haklarından yararlanmaları gerekir. Bu hakların başında eğitim hakkı gelir. İkinci önemli alan ise medeni hukuk ile ilgili alanlarda eşitliktir. 

20. yüzyıla girerken nasıl bir miras vardı, Cumhuriyet neyi başardı ya da başaramadı sorusuna cevap arayalım. Bu süreçte kadınlar siyasi alanda iki farklı duruşa sahipler. Birincisi, Nezihe Muhiddin modelinde de gördüğümüz bağımsız, bir siyasi ekibe dâhil olmadan her türlü kadın haklarını savunanlar. İkincisi ise genellikle erkeklerle birlikte siyasi, bürokratik ya da edebi alanda, gruplar içerisinde, görünürlüğünü erkeklerin gölgesinde, onların müsaadesiyle, icazeti ile sürdüren kadınlar.

Bu iki model Türkiye’de her zaman çatışan, çelişen modeller oldu. Cumhuriyet’in ilk yıllarında da bağımsız kadın hakları mücadelesi yürüten kadınlar dışlandılar, ikinci model olarak sunduğum model tercih edildi ve öne çıkarıldı.

Klasik patriyarkal çevreler ile modern patriyarkal çevrelerin ittifakı 1924 Anayasasında kadınların eşit oy hakkı almasını önlüyor. Coğrafyamızdaki dönemin egemen zihniyeti bağımsızlıkçı, kadınlara belirli bir kamusal görünürlük sağlayan ama eşit insan hakları temeline bakmayan bir bakış açısı. 

İmparatorluğun çöküşü kesinleşince bir ulus/devlet inşası süreci başlıyor. Peki, bu ulus/devlet inşası sürecinde kadınların rolü nedir? Türk modernleşmesinde esas amaç muasır medeniyet düzeyine ulaşmaktır.

Bağımsız devlet kurma sürecinde ortaya çıkan ulusçuluk içerisinde etkin olan dişil bir rol var. Bu süreç içerisindeki edebi eserlerde de modern Türk kadını imgesi var. Yerli, mazbut, aile odaklı bir kadın bu. Bu modern Türk kadını yeni ulusun oluşumunda etkili olacağı için eğitimli ama eş ve anne olarak aktif ve görünür kamusal bir figürdür. Aktif, kamusal ulus inşasına katılan fakat devlet inşasına katılmayan bir kadın. Bu sebeple “Erkekler Devlet, Kadınlar Aile Kurar”. Cumhuriyetin ilk döneminde ve 70’lere kadar gördüğümüz aktif kadın figürleri bu modele uyuyor.  Millî Mücadele’de etkin görev almış kadınları da, daha sonraki dönemde kurucu kadrolarda yer almış kadınları da Cumhuriyet dönemi kurucu kadrosu içerisinde göremiyoruz. Ne kadın bakan var ne üst düzey kadın yönetici var. Bu modelin bugün de geçerli olduğunu düşünüyorum. Türkiye tarihinde din ve devletin yönetim süreci, formatları birçok açıdan benzeşiyor ve burada da maalesef kadın yok.