10 Nisan 2021
Toplumsal Cinsiyet Okumaları’nın ikinci döneminin dördüncü haftasında “Toplumsal Cinsiyet ve Mekân” başlığında Doç. Dr. Didem Kılıçkıran ve Doç. Dr. Ayten Alkan’ ı dinledik. Okumalar sırasında öne çıkan satırlar şöyleydi:
Didem Kılıçkıran “Toplumsal Cinsiyet ve Mekân”
Toplumsal cinsiyet ve mekân arasındaki ilişki iki düzlemde kurulmuştur. Bunlardan ilki toplumsal cinsiyet normlarının ve mekânın fiziksel biçimlenmesinin karşılıklı etkileşimini içerir. Toplumsal cinsiyet normları mekânın fiziksel biçimlenmesi etkilerken aynı zamanda üretilen mekân da toplumsal cinsiyet kavramını yeniden üretir, değiştirir, dönüştürür. İkinci düzlem ise mekân, yer ve cinsiyete dair kavramsal kurguların çakışmasıyla ilişkilidir. Mekânı düşünme biçimi, kadını veya erkeği düşünme biçimi ile ilişkilidir, mekâna doğrudan veya dolaylı olarak, toplumsal cinsiyet kavramları bağlamında anlamlar atfederiz.
Toplumlar mekânın sınırlarını tanımlamak için kendi kültürlerine dayanan belli kurallar belirler ve toplumsal mekânları belli alanlara bölerler. Mekânsal bölünmeler toplumsal haritaların yansımasını oluşturur ve bu bölünme toplumsal cinsiyete odaklanır. Ataerkil düzen, toplumsal mekânı dişil ve eril mekânlara ayırmakta ve bu ayrışma üzerinden farklı mekânlara farklı anlamlar atfetmektedir. Mekânın kamusal ve özel olarak farklılaşması, kadının evrensel olarak bastırılan cins olmasının temelinde yatan başlıca nedenlerden biridir.
Kadının rolü, ev, aile ve evin yakın çevresindeki ilişkiler ağının çevrelenmesi ile tanımlanırken, erkeğin rolü bu sınırları aşarak dışarıdaki dünya ile ilişkilendirilir. Kadının rolünün evin sınırları ile tanımlanması ise onun doğurganlığından veya kadınlığından kaynaklanmaz, bu durum toplumsal bir kurgudur. Kadının özel alandaki etkinliği annelik ve kız kardeşlik rollerinden ileri gelen daha kişiler arası ilişkileri ve bunların sürdürülebilir olmasına dayanırken, erkeğin kamusallığı ona ekonomik, kültürel ve politik düzenin kurulmasında ve geliştirilmesinde önemli bir rol verir. Bu bağlamda erkek kadının da içinde bulunduğu toplumun sürdürülebilir olmasıyla yükümlüdür, erkeğin etkinlik alanı kadının etkinlik alanını da kapsar. Haliyle erkeğin kamusal alandaki etkinliği, erkeği kadından daha değerli kılar ve kadının rolü ev ve ailenin sınırları ile tanımlandığı sürece daha az önemsenen ve ezilen cins olmaktan kurtulamaz. Fakat ev, sınırlı ve değişime kapalı olmayan, açık ve değişken, kendine özgü kimliğini de açıklık ve değişkenlikten alan, kimliği ile sınırları dışına taşan bir dünya ile ilişkisellik üzerine kurulur ve o dünya gibi değişime açık olursa kadının kimliğini kısıtlayan, sınırları kapalı bir hapis alanı olmaktan çıkabilir.
Ayten Alkan “Şehrin Cinsiyeti”
Mekân, ideoloji veya siyasetten arındırılmış bilimsel bir nesne değildir, her zaman politik ve stratejik olmuştur. Mekân toplumsal bir üretimdir ve her yerleşim, onu inşa eden toplumsal ilişkilerin mekâna yazılmasıdır. Kadınların, ataerkil, heteronormatif ve kapitalist toplumun ürettiği erkek egemen, eril, heteronormatif ve kapitalist mekânlarda varlığı daima problemli olmuştur. Feminist teori, toplumsal cinsiyet bağlamında kurgulanmış şehre ve mekâna baktığında kadınların olmadığını fark ederek, kadınları da bu haritanın içerisine eklemeye çalışmış fakat bu ekleme mümkün olamamıştır. Kent hayatı, kadınların ‘‘insan ve mal’’ hareketliliğini sağlaması ile sürdürülebilir bir sistemdir ve ‘’kadın tüketicilerin’’ ‘‘erkek üreticilere’’ bağımlılığına dayanmaktadır. Kadınlar, evlerini onarmayı, yemek hazırlamayı, alışveriş yapmayı, çocuk bakmayı, sosyal bir boşluk veya kültürel yaratıcılığın yokluğunda ‘‘parasız eğlence’’ sağlamayı bıraktıklarında tüm kent yapısı işlevini yitirecektir.