Toplumsal Cinsiyet Okumaları / Toplumsal Cinsiyet ve Emek

8 Mayıs 2021

Toplumsal Cinsiyet Okumaları’nın ikinci döneminin sekizinci haftasında “Toplumsal Cinsiyet ve Emek” başlığında Doç. Dr. Feryal Saygılıgil ve Doç. Dr. Mehmet Birekul’u dinledik. Okumalar sırasında öne çıkan satırlar şöyleydi:

Feryal Saygılıgil  “Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Emeği”

Karşılıksız kadın emeği, bakım emeğini de içeren, karşılıksız olarak yapılan ev işlerinin belirli bir mesaisinin olmaması ile çalışma ve günlük yaşamın birbirinden güçlükle ayrılır olmasıdır. Karşılıksız kadın emeğini görünür kılabilmek ve politik mücadelenin konusu haline getirebilmek için bileşenlerinin açığa çıkarılması gerekir. Bu bileşenler en kaba biçimiyle, piyasa değeri olarak karşılığı olmayan, meta ekonomisinin sınırları dışında gerçekleşen, büyük bir kısmı günlük yaşamsal ihtiyaçları sağlayan ev içi işlerin oluşturduğu, ekonomik veya ekonomiyi doğrudan etkileyen faaliyetlerdir. Dar anlamda ise ev emeği, hane içinde kişisel bakım, beslenme, temizlik gibi kişilerin kendileri için yaptıkları faaliyetlerle televizyon izlemek gibi boş zaman aktiviteleri dışında kalan şeylerdir.

Bakım emeği, çocuk bakımı, yaşlı ve hasta bakımı, hane halkı bakımı, evcil hayvan bakımı gibi unsurlardan oluşur. Dolayısıyla bakım emeği bir bireyin karşısındaki kişinin refahını ve iyiliğini sağlamak ve onun ekonomik ve sosyal yaşama katılımını yeniden üretmek amacıyla yürütülen etkinliklerin bütünüdür. Kadınlar bu işleri en çok sevdikleri kişiler için yaparlar ve de çoğu zaman bu işler kadınların kendileri ve toplum tarafından sevginin dışa vurulmuş şekli olarak “normal” algılanır. Dolayısıyla bu “normal”i de tartışmaya açmamız gerekiyor.

Kapitalist toplumlarda “nesneleştirilebilir” faaliyet deyimi altında gizlenmiş modern emek her zaman ve baştan itibaren doğmakta olan ücret ilişkisi altında ele alınmıştır. Kadın emeği ise ücretli emeğin aksine nesneleşmemiştir. Kadının evdeki emeğinin miktarı belirsizdir. Marksizm’de bile kadının ücretsiz emeği, tıpkı kapitalist teoride olduğu gibi ekonomi dışı olarak görülür. Nitekim Marksist ve Marksist olmayan teorisyenler kullanım değeri yaratan kadının ücretsiz emeğinin üretken olmadığı konusunda ortaklaşmıştır. 

İş dünyasına baktığımızda, erkek işçiler, kadınların emek piyasasına toptan girişine başından itibaren direnmişlerdir. Kadın işgücüne yönelik kurallar getirerek yasal yoldan buna karşı koymaya çalışırlar. İlk dönem sendikacıları kadınlara sendikal koruma sağlamak yerine kadınları sendikalardan dışlamışlardır. Buna tekabül eden talep aile ücretidir. Son derece cinsiyetçi olan aile ücreti ideali hem moderniteyi ve statü yükselmesini çağrıştıran toplumsal bir ideal hem de istihdam, refah ve kalkınma konularında devlet politikasının temeli olarak iş görür

Kadın istihdamında İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Dünya çapında önemli bir artış görülüyor. Özellikle son otuz yılda meydana gelen dönüşümler kadınların emek kullanım biçiminde, iş ve meslek kollarında çeşitlenmeleri beraberinde getiriyor. Bu süreçte en dikkat çekici gelişme kadınların işgücüne katılım oranındaki artış. 

Emek piyasasına katılımda iş gücü arzı ve talebi üzerinde etkili olan çok karmaşık nedenler öne çıkar. Kadınların ücretli işlerde çalışmasının düşük olması iki boyutta inceleniyor. Birincisi kadınların iş güçlerini piyasaya sürmeleri önündeki engeller diğeri ise kadın işgücüne yönelik talebin az olmasına dair faktörler. Bu nedenlerin genellikle sosyo-kültürel faktörler ve patriyarkal sistem ile ilgili olduğu söylenebilir. Kadınların belirli mesleklerde çalışmak durumunda bırakılması aslında iş ve mesleklerin cinsiyetler arasında yatay ve dikey olarak ayrıştığını gösterir. “Cam tavanlar” ise kadın ve erkeklerin çalışma ortamında bulundukları konumlarla ilişkilidir. Kadın ve erkek birlikte çalışılan işyerinde kadınların “genellikle” çeşitli engellerle yönetim açısından karar verici önemli pozisyonlara gelememeleridir.

Bütün bu problemlere çözüm olarak cinsiyetçi iş bölümüne son verilmeli, kadın işleri önyargıyla basit olarak görülmemelidir. Ev içi çalışma, bir çalışma biçimi olarak görülmeli, evler güvenlik risklerine karşı güvenli hale getirilmelidir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından işyerlerinde ve evlerde kadınların ağırlıklı olarak çalıştığı işlerin ve bu işlerde çalışan kadınların ortak sağlık sorunları, maruz kaldıkları cinsiyetçi riskler acil olarak rapor edilerek paylaşılmalı ve çözüm bulunmalıdır. Kadınların çalışma alanındaki psikolojik, fiziksel ve ergonomik riskler saptanmalıdır. İş yerinde kadına yönelik cinsel taciz, şiddet başvuru masası oluşturulmalıdır. Ücretli-ücretsiz çalışmanın kıskacında olan kadınlara erken emeklilik uygulamaları getirilmelidir. Dolayısıyla cinsiyetçi iş bölümüne kesin olarak son vermek gerekmektedir. 

 

Mehmet Birekul “İlk Dönem İslam Toplumunda Toplumsal Cinsiyet, Çalışma Hayatı Ve Görünen Emek”

İslam toplumunda kadının ve erkeğin konumu tek bir kavramsallık üzerinden açıklanamaz. Genel anlamda sürdürülen tartışmalarda sürpriz kavramlar oluşturulması beklenir fakat bu gerçekçi değildir. Belirli kavramlar vardır, bu kavramlardan biri de eşitliktir.

İslam toplumunda kadına ve erkeğe bakışın temelinde ontolojik bir vurgu var. Kadın ve erkek temelde insan olma özelliğinde birleşen, bu anlamda eşit tanımlanan varlıklar. Bu tanım ve algılayış modern batı düşüncesinin kurucusu olan Hristiyan düşüncesinin aksine bir durumu beraberinde getiriyor. Hristiyan düşüncesinde kadın olmak ontolojik, temel bir problemdir. Çünkü kadın bütün insanlığın günahının temel sebebidir. Bunun dışında Hristiyan teolojisinde tanrı düşüncesi de ataerkil bir anlayıştır çünkü Tanrı’nın bileşenleri hep erkeklik ile ilgilidir. İslam toplumlarında ise Tanrı anlayışı cinsiyetten uzaklaştırılmış bir anlayış sunar.  Kur’an’da Hz. Havva ile Hz. Âdem hikâyesi hep ikili kip ile anlatılır, olaylar her ikisine de atfedilir. Kur’an bu noktada diğer ilahi kitaplardan ayrılır. Ontolojik anlamda kadının ve erkeğin yaratılışında bir eşitlikten söz edebiliriz ama kadın ve erkekle ilgili farklılıklardan da bahsetmemiz gerekir. Bu farklılık, özellikle fiziksel bir farklılık olarak ortaya çıkar. Kadına annelik vasfı verilmiştir, zaman zaman tarihte zıttı örnekleri görmüş olsak da erkek de kadından fiziksel olarak daha güçlüdür. Biyolojik farklılığın öne çıktığı temel alan ise aile alanıdır diyebiliriz. Çünkü aile, aslında kadının ve erkeğin farklılığı üzerine kuruludur. 

            Kadının ve erkeğin toplumdaki ilişkilerini düzenleyen temel kavram ise özgürlüktür. Özellikle kadınların toplumsal, siyasal, kültürel ve ekonomik anlamdaki ilişkilerini temel bir kavramla açıklayacaksak bu kavram özgürlük olur.  İslam toplumu ontolojik anlamda kadının ve erkeğin eşitliğini, biyolojik anlamda kadının ve erkeğin farklılığını, sosyolojik anlamda ise kadın ve erkeğin özgürlüğünü kurgulayan bir toplumsal düzene işaret eder. Bu kavramları farklı alanlarla ilişkilendirerek tartışırsak farklı sonuçlara ulaşırız. İslam toplumları açısından temel problemimiz teolojik bir ayrım olmamasına karşın meseleleri ayırt edemediğimiz için kadın ve erkeğin konumlandırılmasında ciddi kültürel problemlerle karşı karşıya kalmış olmamızdır.

            Emek meselesi de ontolojik, sosyolojik ve biyolojik bağlam anlamında ilişkilendirilmelidir. Çünkü buradaki temel mesele kadın ve erkeğin toplumsal alanda sarf ettiği emeğin görünürlük, toplumsal statü alanında karşılığın nerede aranması gerektiğidir. Kadının ve erkeğin verdiği emeğin toplumsal karşılığı biyolojik farklılıklar üzerinde kurgulanan ailede mi aranmalıdır yoksa sosyolojik anlamdaki özgürlük alanı olarak kurgulanan toplumsal alanda- ki bunun modern toplumlardaki en önemli karşılığı olan ekonomik alanda- mı aranmalıdır sorusuna cevap aramamız gerektiğini düşünüyorum. Dolayısıyla emek konusunu tartışırken modern toplumların özellikle kapitalist bakış açısının bizi götürdüğü noktada meseleyi ekonomik alanda tartışıyoruz, diyebiliriz.

            İslam toplumunda kadın ve erkeğin emeğinin takdir edildiği, erkeğin de kadının da statüsünü besleyen temel alanın aile olduğunu düşünüyorum. Özellikle geleneksel tarım toplumlarında erkeğe ve kadına statüsünü kazandıran yer ailesi oluyor. Geleneksel toplumlarda kadının evinde yapmış olduğu iş modern toplumlardakinin aksine görünür halde. Dolayısıyla kadınlar evde söz sahibi çünkü onların yapmış olduğu her faaliyet ev ekonomisini de destekleyen bir unsur. Modern toplumlarda ataerkilliğin geleneksel toplumlardan özellikle tarım toplumundakinden çok daha baskın olduğunu düşünüyorum. Çünkü aile ve ev bu ilişki düzeyinden çıkarıldığında kadının ailede ve evde üretmiş olduğu emeğin tarım toplumlarına göre modern toplumlarda neredeyse hiç karşılığının olmadığını görüyoruz. Modern toplumlarda emek meselesinin anlamdan metaya geldiğini söyleyebiliriz. Bu durum kadının emeğini ekonomik alanda aramasına yol açıyor. 

            İslam toplumunda erkeklerin Hz. Peygamber’e kadınları şikâyet ettikleri durumlar bizim bugün düşündüğümüz gibi çalışma meselesi değil. Kadınlara artık evde sözümüzü geçiremiyoruz, diyenler çoğunlukta. Kadının varlığı ve kendi statüsünü kurguladığı bir yer olarak evi görüyoruz. Kadın evde güçlü ve söz sahibi. Modern kapitalist toplumlarda ise ailenin anlamsızlaştırıldığı hem kadın hem de erkeğin sarf ettiği emeğin yozlaştırıldığı, anlam dünyasının özellikle ekonomik anlamda değerlendirebileceğimiz meta alanıyla buluşturulduğu görülür. 

            Bugünün toplumlarında kadınların çalışma isteğinin arka planında ekonomi en sonlarda gelen meselelerden. Bunun öncesinde çok daha önemli kavramlardan söz edebiliriz. Yaptığımız araştırmada ekonomik anlamda ihtiyacı olmamasına rağmen çalışmaya yüklediği anlamlar dolayısıyla ekonomik özgürlüğe sahip olmak isteyen birçok katılımcı ile karşılaştık. Katılımcılar çalışmayı üretim, fayda sağlama, sosyalleşme, bağımlı olmama gibi amaçlarla önemsiyorlar. Dolayısıyla kadını olduğu gibi tanımlayan, erkek egemen, ataerkil, patriyarkal alanın dışında bir varlık alanı olarak ilişkilendiren bir anlayışın modern toplumlardan giderek uzaklaştığını söylememiz mümkün. İslam toplumlarında da İslam’ın sosyal hayatı belirlediği toplumlarda da bundan uzaklaştığımızı söylememiz mümkün.  Bu durum kadının kendi anlam dünyasını, varlığını, ekonomik alan içerisinde aramaya itiyor. Ali Şeriati “Fatıma Fatımadır” adlı eserinde Fatıma’yı hep ataerkil anlayış üzerinden tarif ettiğimizi, İslam tarihi kaynaklarında da Hz. Peygamber’in kızı ve Hz. Ali’nin eşi tanımları dışında göremiyoruz, der.