Toplumsal Cinsiyet Okumaları / Toplumsal Cinsiyet ve Medya

20 Şubat 2021

Toplumsal Cinsiyet Okumaları’nın sekizinci haftasında “Toplumsal Cinsiyet ve Medya” başlığında Meryem İlayda Atlas ve Doç. Dr. Gül Esra Atalay’ı dinledik. Okumalar sırasında öne çıkan satırlar şöyleydi:

Meryem İlayda Atlas “Toplumsal Cinsiyet Açısından Medya ve Dil”

Kadın ve medya dili üzerine çok şey yapılıyor ancak bu genellikle sinema alanında oluyor. Ana akım medyada değişmeyen yerleşik, bu konuları çok da anlamayan eril bir dil var. Medyanın içinde yönetici pozisyonuna düzenleme getirseniz de bu çok basit bir düzeyde kalıyor, anlaşılmıyor. Kadın ve medya konusunda teorik alanda üretilen düşünceler, bilgiler çok kıymetli ancak istediğiniz kadar eğitim verin, anlatın o çarkın içine girince üniversiteyi bitirip gelmiş olanlar da yapılması gereken buymuş gibi görüyor ve öğreniyorlar, dolayısıyla verilen eğitim pratik alanda çok da fayda sağlayamıyor.

Genele hitap eden Türk dizilerinde, haber programlarında, gündüz kuşağı programlarında, sabah programlarında bu eril dilin hala devam ettiği, bunun bir noktada medyadan siyasete de intikal ettiği gerçeği ile karşı karşıyayız. Köşe yazılarında, siyasi polemik yazılarında rakip olunan kadın olduğunda, yani eleştirilecek kişi kadın olduğunda köşe yazarlarının, bulunduğu siyasi kampa şirin gözükmek amacıyla çok rahat söz söyleyebildiğini ve bunun da bir tepkiyle karşılaşmadığını görüyoruz.

Esasen televizyonlarda kadın değil medyanın devasa simgeler düzeni ve bu kalıplara gönderme yaparak çalışan mekanizmasıyla oluşturduğu imgeler var. Günümüz medya dilinde sadece Türkiye’de değil bütün dünyada, kadınların, medyada kurgulanmış bir dille yaşına, ırkına, konumuna bakılmaksızın değişen derecelerde, bir şekilde ayrımcılığa uğradığına, sabitlenmiş toplumsal cinsiyet tanımları ile kalıplara sokulmaya çalışıldığına şahit oluyoruz.

 

Gül Esra Atalay “Kadına Yönelik Şiddetin Medyada Yer Alış Biçimi”

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre tüm dünyada kadınların üçte biri şiddete maruz kalıyor ve bu şiddet genellikle en yakınları tarafından uygulanıyor. Günümüzde kadına karşı fiziksel, psikolojik, ekonomik vb. şiddetin yanı sıra artık teknolojinin hayatımızın tam merkezinde yer alması dolayısıyla dijital şiddet meselesi de çok fazla gündemde. Dijital şiddet, diğer tüm şiddet türleri gibi son derece olumsuz sonuçlar doğurmakla beraber medyada ve sosyal mecralarda kalıcı olması sebebiyle daha uzun süreli ve yıkıcı neticeleri de olabiliyor.

 Medya dilinde “kan varsa manşet olur” diye bir söylem var. Yani ne kadar fazla kan gösterirseniz ya da şiddeti ne kadar ayrıntılı betimlerseniz o kadar çok ilgi çeker. Şiddeti ayrıntılı bir biçimde betimleyen medya, aynı şekilde mağdur durumda bir kadından bahsederken sürekli erkekle olan ilişkisi üzerinden tanımlamalar yapıyor, görsellerde kadının gençliğini, yaşam tarzını gözler önüne seriyor, habere muhatap olan kitlede gösterilen şiddete hafifletici temeller oluşturabilecek şekilde paylaşımlar yapıyor. Bu yüzden medyada söylem analizi yapılırken kullanılan dilin yanı sıra görsel verilerin de dikkate alınması ve birlikte değerlendirilmesi çok önemli.

Sinema sektörüne baktığımızda özellikle Yeşilçam filmlerinde kadınlara şiddet uygulayan kişilerin genellikle başrol oyuncuları olduğunu görüyoruz. Kadına yönelik şiddetin normal olarak görüldüğü bu filmlerde, erkek asla uyguladığı şiddete karşılık olarak ceza görmüyor aksine bu şiddet, kadını, yaptığı kötülüklerden uyandıran bir şefkat tokadı gibi karşımıza çıkıyor.