Toplumsal Cinsiyet Okumaları / Toplumsal Cinsiyet ve Eğitim

6 Mart 2021

Toplumsal Cinsiyet Okumaları’nın onuncu ve birinci dönemin son haftasında “Toplumsal Cinsiyet ve Eğitim” başlığında Dr. Fevziye Sayılan ve Prof. Dr. Firdevs Gümüşoğlu’ nu dinledik. Okumalar sırasında öne çıkan satırlar şöyleydi:

Fevziye Sayılan- “Toplumsal Cinsiyet ve Eğitim”

Geçen yüzyıldan beri kadınların eğitime erişimi ve daha ileri eğitime ulaşmalarında gelişmeler görülmesine rağmen bu hala yeterli değil. Bu konu özellikle 1960’lardan itibaren hem Birleşmiş Milletler ’in, hem de UNESCO’nun gündemine sık sık geldi. 60’lı yıllarda kadın odaklı eğitim politikaları özellikle de yetişkin eğitimi ve kızların okullaşmasıyla ilgili çalışmalar öne çıktı. 70’li yıllara gelindiğinde ise kadın odaklı eğitim politikalarının yerini giderek, “toplumsal cinsiyet eşitliği” söylemi altında düzenleyici politikalara bıraktığını görüyoruz. Eğitimde toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarını düzenleyen bazı önemli uluslararası sözleşmeler var ki bunların hemen tamamını Türkiye imzalamış durumda.

Toplumsal cinsiyet eşitliği dediğimiz şey aslında günümüz dünyasında kimliğe, bilgiye, mesleğe, statüye ulaşmak için en önemli olanaklardan biri. Eğitime erişim ve tamamlama söz konusu olduğunda kız çocukları daha dezavantajlı durumda gözükse bile bölgelere göre her ikisi cins için de sıkıntıların olduğunu görüyoruz. Eğitim, kimlik, statü, gelir, daha sağlıklı ve kaliteli bir yaşama ulaşmanın önemli bir yolu. Dolayısıyla bu konuda olan bir eşitsizlik aslında kadın-erkek bütün bireylerin bir tür toplumsal dışlanmasını getiriyor.

Türkiye’de, adrese dayalı eğitim sistemiyle çocukların eğitim dışında kalmaması için bütün kamusal önlemlerin alındığını görüyoruz. Zaman zaman kaçaklar olsa da dışarıda kalan bir çocuğu devlet takip edebiliyor ve görebiliyor. Varsayalım ki bu sistem sayesinde bütün çocukları okullaştırdık peki bu durumda tam anlamıyla eğitimde cinsiyet eşitliğini sağlamış olur muyuz? Buradaki temel problemimiz bu.

Evet, çocuklar geldiler ve okudular. Eğitim her iki cinse ne veriyor? Hangi değerler çerçevesinde eğitiliyorlar? Hangi kimlik değerleri? Hangi toplumsal roller? Kız ve erkek çocukları hangi mesleklere yönlendiriliyorlar? Eğitimin, müfredatın içeriği, öğretmen tutum ve davranışları, okuldaki hayatın nasıl örgütlendiği ve yapıldığı, yönetim pratikleri kilit birer nokta olarak önümüzdeler. Öğretim metotları, değerlendirme süreçleri, alanlara ayrılma toplumsal cinsiyet eşitliği noktasında çok önemli bir kriter. Kız ve erkek öğrenciler hangi alanlara yönlendiriliyorlar? Eğitim sistemi içindeki rehberlik ve danışma servisleri referans çerçevesi içinde ne tür yönlendirmeler yapıyor?

Eğitim her iki cinse ne katıyor? Eğitimle kadınların toplumsal hayattaki konumları meslekleri, siyasal-sosyal rolleri değişiyor mu? Eğitim sonrası istihdam oranlarında kadın ne kadar yer alıyor?

Türkiye’de eğitim eşitsizliğinin temel belirleyicilerine baktığımız zaman yoksulluk, kent-kır ayrımı gibi bölgesel eşitsizlik de ön plana çıkıyor. Giderek sayısı azalmakla beraber Türkiye’de ataerkil baskının devam ettiği, kızların okumasına karşı olan ailelerin varlığı da bir gerçek.  Bu sorunların her ikisi bir araya geldiğinde görüyoruz ki yoksul aileler kızlarının eğitiminden daha çabuk vazgeçiyor. Aile, sınırlı kaynaklarını mutlaka erkek çocuğa harcıyor.

 

Firdevs Gümüşoğlu- “Ders Kitaplarında Toplumsal Cinsiyet”

Meseleye kadın-erkek kimliği açısından baktığımız zaman sadece kadınlar değil erkekler de belli kalıplar içerisine sokuluyorlar. Nasıl ki ideal kadınlık kimliği oluşturuluyorsa, erkekler için de ideal erkeklik kimliği oluşturuluyor.

Cinsiyete dayalı iş bölümü neden önemli? Bu iş bölümü istihdam alanına yansıyor. Belli işlerin belirli cinsiyetlere dayatılmasına yol açıyor ve biz bütün bunların izini ders kitaplarında görebiliyoruz. Toplumsal cinsiyet, bütün toplumsal alanın da cinsiyetlendirilmesinin koşullarını yaratıyor. Bu durum temelde kadınların yoğun emek sarf ettikleri, düşük ücretli, güvencesiz, yükselme olanağı olmayan işlere yönlendirilmesine yol açıyor.

Cinsiyetçi iş bölümü bütün toplumsal alanları etkiler. Eğitim, kişiyi belli kalıplar içerisine sokmamalı, bilakis güçlenmenin bütün araçlarını bireye vermeli, onu özgürleşen özneye dönüştürmeli, üretici niteliklerle donatmalıdır.

Ders kitaplarında sadece bilgi aktarımı yapılmıyor. Geçmişe ait, hala toplumda geçerli olan ya da geleceğe ait kazanılması istenen değerler veriliyor, davranış kalıpları öğretiliyor çocuklara. Kitaplarda sadece görsel unsurlarla değil, metinler, grafikler hatta sayılar aracılığıyla bir dünya yaratılır. Ders kitaplarındaki bu görsel, sayısal iletilerin arkasında, bunları üreten bir kaynak var. Bu kaynak, politika yapıcılar, bakanlık, ders kitapları yazarları, geçmişte Talim Terbiye denilen kurum…  Çocuklar ise bu görünmeyen kaynaktan çıkan iletilerin açık hedefi halindeler. Görünmeyen kaynakla açık hedef arasındaki bağlantı çok önemli. Devlet,  yaratmak ve yönetmek istediği insan tipinin bütün niteliklerini ders kitaplarında belirliyor.

Aydınlanmaya-bilime dayanan, bağımsızlığı varoluşunun garantisi sayan devletin kadın ve erkek vatandaşlarından beklentisiyle; ataerkil kurumlara ve değerlere dayanan, sorgulayan ve araştıran bireylere gereksinim duymayan devletin “vatandaşlarından” beklentisi birbirine taban tabana zıttır.

 

Ders kitaplarını inceleyerek, dönem dönem egemen aile biçimi, aile içi iş bölümü, kadınların ve erkeklerin yönlendirildikleri meslekler, toplumdaki yerleri, anne sevgisi, beden algısı, çocukların oyunları, kadın ve erkeğin uygarlık, teknoloji, bilimle ilişkileri ve bu ilişkinin düzeyi hakkında bilgi sahibi olabiliriz.

Geçmişten günümüze ders kitaplarına genel olarak bakıldığı zaman, 1940’lara kadar eşitlikçi bir söylem var. Kadınlar özgür birer yurttaş, bir başka özne olarak karşımızda. Kadın her zaman kutsal olarak kabul ediliyor ama bu kutsallığın altı çizilirken, uygarlık erkek üzerinden öğretiliyor ve bu da kadını zayıf gösteriyor. Bilim ve teknoloji erkek cinsine ait bir alan olarak tanımlanıyor. Kadın özel alanla, erkek kamusal alanla ilişkilendiriliyor. 1950 sonrasında eşitlikçi yaklaşım değişmeye başlıyor. Mutfak önlüğü annenin üniforması haline geliyor. Kız çocuğu temizliğe yardım ederken erkek çocuk kitap okuyor.

2000’li yıllara kadar çekirdek aileyi yücelten, çekirdek aileyi insanlığın yarattığı en mükemmel biçim olarak sunan bir yaklaşım var. Bu da çok sorunlu bir yaklaşım. Birinci derece yakınıyla beraber yaşayamayan, kurumlarda yaşayan çocukları da, geniş aile çocuklarını da görmezden geliyor bu dayatma. 2000’den sonraki ders kitaplarında cinsiyet rollerinde ebeveyn paydaşlığını ön plana çıkaran görseller var. Fakat burada da ısrarla daha büyük, geniş aile resimleri var. Yaşlıların da aile içinde görülmesi önemli elbette. Ancak bu tür görsellerde de genellikle anne hep ayakta hizmet halinde ve yaşlılara otururken babalar eşlik ediyor. Bütün bu resimlerin ders içeriğinde yer alan yazılı bilgi kadar hatta daha fazla anlam dünyası ve mesaj kapasitesi olduğu göz önünde bulundurulmalı ve resimlerdeki toplumsal cinsiyet eşitliğine ve ülkedeki her öğrencinin kendini "öteki" hissetmeyeceği düzleme özen gösterilmeli.