Toplumsal Cinsiyet Okumaları / Toplumsal Cinsiyet ve Edebiyat II

27 Mart 2021

Toplumsal Cinsiyet Okumaları’nın ikinci döneminin ikinci haftasında “Toplumsal Cinsiyet ve Edebiyat II” başlığında Prof. Dr. Mücahit Kaçar ve Dr. Öğr. Üyesi Emine Hoşoğlu Doğan’ı dinledik. Okumalar sırasında öne çıkan satırlar şöyleydi:

 

Mücahit Kaçar “Osmanlı Şiirinin Cinsiyeti”

Esasen bizim Osmanlı şiirinin cinsiyetine yaklaşımımız problemli. Bu konu hakkında fikrini beyan eden kişi hangi dini, siyasi görüşe sahipse o yönden konuşuyor. Dolayısıyla bu konudaki çalışmalara baktığımızda iki uçlu bir bakış açısı ile karşılaşıyoruz. Bunlardan birisi Osmanlı şiirindeki aşk anlayışını sapıkça bulan bir diğeri de tamamen hamasi duygular ile her şeyi reddeden bir bakış açısıdır.

Osmanlı şiirinde cinsiyet konusuna yaklaşırken rahat ve objektif olmamız gerekiyor. Sonuçta artık geçmişte kalmış, bitmiş, devam etmeyen bir edebiyat geleneği üzerinde konuştuğumuz için savunmaya geçmeye veyahut da saldırmaya gerek yok.

Bizler Osmanlı şiirinin cinsiyeti üzerine düşünecek yahut bu konuda yazılmış eserleri okuyacaksak öncelikle Osmanlı’daki toplumsal cinsiyeti, kadın-erkek rollerinin dağılımını, İslami geleneğin Osmanlı’da yorumlanma şeklini anlamaya çalışmalı daha sonra Osmanlı şiirinin cinsiyetini yargılamalıyız. Günümüzdeki değer yargıları ile o güne bakarsak büyük bir yanılgıya düşmüş oluruz. Osmanlı’da, kadın özel alanda, erkek ise kamusal alanda konumlandırılmıştır. Dolayısıyla kadınların sanat yaşamında erkekler kadar etkin olmamaları doğaldır.

Osmanlı’da kadın şairlere bakışı özellikle tezkireler üzerinden incelediğimizde üslupları hakkında yorum yapılırken başarılı bulunan şaireler için “erkekçe”, “erkek gibi” yazdıkları ifade edilirken, geneli hakkında yapılan yorumların medeni durumları, iffet ve namusları hakkında olduğunu görüyoruz.

Divan şiiri çok sağlam gelenekler üzerine kuruludur ve şair eserlerini bu geleneğin kuralları çerçevesinde meydana getirir. Bu şiirin konusunu oluşturan sevgili, çoğu zaman cinsiyet bağından kurtulmuş yalın bir “ideal” insandır. Buna rağmen sevgilinin biraz erkeksi özellikler gösterdiğini söyleyebiliriz. Yapısı itibariyle toplumda, kamusal alanda kadınlar çok fazla yer almadığından güzellik unsurları erkek güzeller tahayyül ederek şekillenmiş olabilir. Ama yine de üzerinde özellikle belirtilmemişse bu şiir bir kadına yazılmıştır veya bir erkeğe yazılmıştır diyemeyiz. Bu şiirleri bir kadın bir erkeği düşünerek de okuyabilir, bir erkek bir kadını düşünerek de okuyabilir. Yine yazılmış olan şiir, şairin hamisine yazdığı bir şiir de olabilir Hz. Peygamber’e yazılmış bir şiir de… Şunu çok net bir şekilde söyleyebiliriz ki Osmanlı şiirinde (mesneviler, kişinin başından geçen bir vakıayı anlattığı metinler hariç) bahsi geçen sevgilinin erkek veya kadın olduğu ile ilgili kesin bir yargıya varamayız. Aynı zamanda birçok mazmun, sembol üzerine kurulu olan, kurallı ve gelenekli bir şekilde ilerleyen bu edebiyatta yazılanların illa gerçeği yansıtmak zorunda olmadığı da bilinmelidir.

Divan şiirinin hemcins bir aşk ilişkisini anlattığını iddia eden araştırmacıların savlarını dayandırdığı hevesnâme, şehrengiz gibi eserler vardır. Ancak bunun altını net bir şekilde çizmek gerekir ki bu eserler “bazı” örneklerdir. Bu metinlerin çok fazla revaç bulmadığını, halk tarafından eleştirildiğini ve aynı zamanda kütüphanelerde fazla sayıda nüshasının olmadığını görüyoruz. Yüzyıllarca süregelmiş bir edebiyatın içinde bunların tuttuğu yekûn çok azdır ve bu eserlerden yola çıkarak koca bir edebiyatın kimliğini belirleyemeyiz.

Tüm bunların yanı sıra Platon’dan beri süregelen, tasavvufi açıdan da kabul görmüş olan “bir kadını sevmekle vakit geçirmemek, şeyhine âşık olmak, erkek bir güzele âşık olarak bu duyguyu tatmin edip, kâmil insan olma yolunda bir sonraki aşamaya geçmek” şeklinde karşımıza çıkan temelleri çok sağlam olan bir görüş de mevcut. Ancak bu aşkın içerisinde herhangi bir cinsel yakınlaşma, bugün anladığımız manada bir ilişki söz konusu değil. Burada mesele aşk duygusunu yaşamak ve bu duyguyu ilahi aşka ulaşma noktasında bir basamak olarak kullanmak.

Divan Edebiyatı tıpkı diğer dünya edebiyatlarında olduğu gibi kadın-erkek aşkını da anlatmıştır, ilahi aşkı da anlatmıştır, az da olsa başka cinsel temayülleri de anlatmıştır. Osmanlı edebiyatının geneline baktığımızda gördüğümüz erkek egemen bir toplumda, kadının kendine çok da yer bulamadığı bir toplumda yine de sadece erkeklere hitap etmeyen genele hitap eden ürünlerin verildiğidir.

 

Emine Hoşoğlu Doğan “Yeni Osmanlı Müslüman Kadın Söylemi Karşısında Son Dönem Osmanlı Müslüman Kadın Yazarları”

Yeni kadın söylemi nedir ve kimler tarafından kurgulanmaktadır? Bahsi geçen bu yeni kadın kimliği gelenekler ve terakki arasında konumlanmış bir yerdedir. Kadın kimliği üzerinden hem kendileri olarak kalmak hem de evrensele açılmak istiyorlar. Kadın, hem milli değerlerin koruyucusu olarak hem de toplumsal ilerlemenin önemli bir aktörü olarak tasarlanıyor.

Kadının iffeti ve evcil kimliği yani feminenliği üzerinde farklılaşan yaklaşımlar var. Bu konu ne kadar farklı yönlere çekildiyse yeni kadın söyleminin o kadar eksik kaldığını görüyoruz.

Modernleşme bağlamında yeni kadının ne olduğu meselesine gelirsek bahsedilen dönemde millet, insaniyet, modernite, medeniyet gibi kavramlar toplumların ve devletlerin kimlik politikalarına etki ediyor. Kadınlar da bu politikalar içerisinde bir kategori olarak karşımıza çıkıyor. Geleneksel toplumlar modernleşirken aynı zamanda milliyetçi ve yerli bir çizgide de durmak istiyorlar.

Modernleşmenin kadın ve erkek kimliğine getirdiği yeni roller ile beraber hem kadın kimliği hem de erkek kimliği sorunsallaştırılıyor. Kadın eğer kamusal yaşama karışacaksa, yazacak, okuyacak, siyasete katılacaksa, erkek nerede duracak? Kadının meşru olarak var olduğu alan genişledikçe erkek kimliği istikrarsızlaşıyor ve bu durum var olan hiyerarşinin altını oymaya başlıyor. Kadınlık veya erkekliğin ne olduğu kesin, muğlaklığa yer bırakmayacak şekilde belirlenmeye çalışılıyor. Yeni kadın hem toplumsal değişimin öznesi olacak, hem yerini bilecek, evine sahip çıkacak, kamusal alandaki faaliyetlerini de zorunlulukla sınırlı tutacak.

Aile çok önemli bir alan olmaya başlıyor. Bu zamana kadar özel alan olarak görülen aile, toplum projeleri dâhilinde kamuya açılmaya başlıyor yani devletin girmek, düzenlemek istediği bir alan oluyor.  Eğer toplum değişecek modernleşecekse bunun temelinde aile var. Aile de kadın demek. Dolayısıyla kadının yeni kimliğinin, toplumdaki yeni yerinin tanımlanması gerekiyor.

Kadının topluma en büyük faydayı getirebileceği gibi en büyük tehdidi de getirebileceği düşünülüyor. Kadının eğitimli, donanımlı, her açıdan kocasına yardımcı, asri ve işlevsel, işe yarayan olması isteniyor ve bu minvalde bir literatür oluşmaya başlıyor. Erkek, kadın dışarıdayken de onun üzerinde kontrolü olduğunu bilmek istiyor. Bu noktada iffet söylemi çok önemli bir yerde duruyor. Türk kadını modernleşebilir ama ahlaken yozlaşmış olan batılı kadınları kendine örnek almamalı. Kendisi gibi olmayı sürdürmeli, Müslüman bir Osmanlı kadını olarak giyimine kuşamına dikkat etmeli, kamusal alanda dini, milli ve ahlaki kurallara uygun olarak davranmaya devam etmeli.

Dönem içerisinde önemli yer tutan kadın dergilerine baktığımızda, kadınların kendileri ile alakalı olan konular içerisinde nesne olarak değil, fikirlerini beyan ederek, özne olarak yer aldıklarını görüyoruz. Milliyetçi, İslamcı ya da feminist olarak ilgili oldukları konularda daha detaylı, daha içerden, daha sorgulayıcı, şekil vermeye değil yol bulmaya çalışan, şartlanmışlıklarına ve farklı ideolojilerine rağmen değişik fikirleri anlamaya çalışan ve onlara kapı aralayan kadın yazarlar karşımıza çıkıyor. Bilinçli ya da bilinçsiz, yazın sahasında birlikte düşünüyorlar ve hegemonik anlatılara çizik atmaya başlıyorlar. Bir grup bilinci ile ortak meseleler etrafında daha önce olmadığı kadar tecrübe ve bilgilerini paylaşıyorlar.