
27 Şubat 2021
Toplumsal Cinsiyet Okumaları’nın dokuzuncu haftasında “Toplumsal Cinsiyet ve Aile II” başlığında Doç Dr. Fatımatüzzehra Kamacı ve Dr. Öğr. Üyesi Saliha Okur Gümrükçüoğlu’ nu dinledik. Okumalar sırasında öne çıkan satırlar şöyleydi:
Fatımatüz Zehra Kamacı “Peygamber Ailesinde Kadın”
Hz. Peygamber ailesinde yahut döneminde kadını ele almak için doğrudan başvuracağımız, hadisler ve tabakat-evsaf kitapları olmak üzere iki önemli kaynak grubu var. Tabakat kitapları kadın konusunda bize çok geniş bir kaynak sunar. Mesela İbn-i Sa’d’ın et-Tabakatül Kübra adlı eserinin özellikle sekizinci cildinde sadece kadın biyografileri vardır.
Hadisler Hz. Peygamberin hayatının her anını takip edebileceğimiz, sosyal hayata dair ayrıntılı bilgiler alabileceğimiz önemli bir kaynaktır. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in hayatı da ailesi de o dönemin kadınları da hadisler aracılığıyla takip edilebilir. Fakat hadisleri okurken hem metin hem şerhleriyle okuma sistemini çözmemiz lazım. Aksi takdirde İslam’da kadın ile ilgili bir türlü çözemediğimiz problemlere zemin hazırlamış oluruz.
Hz. Peygamber dönemindeki kadın ile Cahiliye dönemindeki kadın arasında fark olduğu gibi Hz. Peygamber dönemindeki kadın ile Hz. Peygamber’in ailesindeki kadın arasında da fark var. İslam tarihi boyunca kadın meselesini konuşurken referanslarımız sürekli Hz. Peygamber dönemini işaret edeceğinden öncelikle bu farkın bilincinde olmamız, bunu anlamamız ve anlatmamız gerekiyor. Yoksa Hz. Peygamber dönemindeki kadın, ‘İslam’ın benimsediği, öngördüğü kadın’mış gibi algılanabiliyor.
Arap Yarımadasında bitki örtüsü bile çok kısa mesafede değişiklik gösterirken Cahiliye döneminde kadını konuşurken genellemeler yapmamız oldukça sağlıksız. Zira bu dönemde kabile devletleri var, akrabalık ilişkileri, kan bağı çok kıymetli. Her kabileyi yekdiğerinden bağımsız olarak değerlendirmemiz gerekiyor. Eğer bir kabile güçlüyse buradaki erkek de kadın da güçlü, kabile zayıfsa erkek de kadın da güçsüz. Örneğin Mekke şehrinde Hz. Hatice gibi güçlü kabileye mensup olan bir kadın saygı görür, kendine ait parası vardır, ticaret yapabilir, eşini seçebilir. Medine’de ise tarım yapıldığından kadın üretimin her aşamasında rol alır ve kendine ait bütçeye sahip olabilir.
Hz. Peygamber dönemi söz konusu olduğunda en çok tartışılan konulardan birisi de çok eşlilik meselesi… Hz. Peygamber’in kendi kronolojisine bakmak anlamak açısından çok önemli. Hz. Peygamber 25 yaşında Hz. Hatice ile evlendikten sonra çok eşli bir toplumda yaşamasına rağmen Hz. Hatice’nin vefatına kadar geçen sürede toplamda 25 yıl tek eşli olarak yaşıyor. Hz. Peygamber’in 40 yaşına kadar sadece tüccar vasfı varken peygamberliğinden sonra bir sürü vazife ile hemhal oluyor, pek çok vasıf kazanıyor. Hz. Peygamber’in çok eşliliğini belirleyen şey, kazandığı bu vasıflar.
Hz. Ayşe dışında yaptığı evliliklerde kabileler arası kurulan bağların büyük rolü var. Bunu biz Peygamber sonrası siyasi liderlerde de görüyoruz. Evlilik, bir devlet başkanının devletinin sulh ve sükûn içerisinde devamını sağlaması için çok önemli bir kurum olarak karşımıza çıkıyor. Hz. Peygamber’in çok eşliliğinin altında yatan sebeplerden biri de bu sorumluluklar. Çok eşli olması Hz. Peygamber’e konfor getirmiyor. Burası çok çok önemli. İslam’da çok eşliliği, olması gereken, ideal bir şey gibi göstermeye çalışmanın anlamı yok. Çünkü Hz. Peygamber özelinde, bu, böyle değil.
Saliha Okur Gümrükçüoğlu “Osmanlı Ailesinde Kadın”
Seyyahların Doğu’daki kadını, Osmanlı kadınını cumbalı evlerin arkasında eşini bekleyen, mendil sallayan kadınlar şeklinde resmettiğini görüyoruz. Elbette böyle kadınlar da var. Ancak bunu genele yaymak, tüm kadınları böyle göstermek hiç doğru değil. Zira belgelere baktığımızda kadını hayatını her alanında yer alırken, hakkını ararken, savunurken görüyoruz.
Osmanlı Devleti’nde tarih boyunca bölgeler, eyaletler arası değişiklikler olmakla beraber hukuki işlemler açısından cinsiyetler arası bir fark görülmediğine şahit oluyoruz. Kayıtlara baktığımızda kadınların daha çok ticaret, miras gibi konularda, mahkemeye başvurdukları gözümüze çarpıyor. Bu durum ticari konularda sıkıntı çektiklerinin ve dolayısı ile ticaret yaptıklarının da göstergesi. Bursa gibi ipek dokuması ile meşhur olan bir şehirde kadın tüccarların çok fazla olduğunu görüyoruz.
Sosyal yaşamda Osmanlı kadınının en fazla görüldüğü yerlerden biri de bugünkü belediye, bayındırlık gibi işlerin yürütüldüğü kurumlar olan vakıflar. Kadınlar, vakıflarda hem bânî veya yönetici olarak hem de diğer kademelerinde görev alıyorlar. Bu vakıfları kurarken hanedana mensup olmaya gerek olmadığı gibi çok büyük servete sahip olmaya da gerek yok. Valide sultanların çok büyük vakıfları var evet ama Anadolu’daki orta gelirli bir kadının kurduğu küçük ölçekli vakıflar da görülüyor. Örneğin 16. yüzyılda İstanbul özelinde vakıfların %36’sının kadınlar tarafından kurulduğu tespit edilmiş.
Osmanlı Devleti’nde önemli dönüm noktalarından birisi de aile hukuku alanında ilk kanun olma özelliği taşıyan Hukuk-ı Âile Kararnamesi’nin 1917 yılında yürürlüğe girmesidir. Kararname, Birinci Dünya Savaşı sırasında çok sıkıntılı bir dönemde, cepheye giden ve kendisinden haber alınamayan birçok erkeğin bulunduğu bir dönemde yürürlüğe giriyor. 16. yüzyıla kadar Osmanlı mahkemelerinde dört ayrı mezhebin hükümleri uygulanıyor. O dönem için çözülmemiş sorun yok gibi ama daha sonra hukuki birlik sağlanması açısından yalnızca Hanefi hükümlerinin uygulanması isteniyor ancak sosyal hayatta tek bir mezhebin hükümleri yeterli olmuyor. Bu noktada Hukuk-ı Aile Kararnamesi eklektik diyebiliriz yani dört mezhebin aile, kadın hakları ile ilgili maddelerini alıyor, pek çok konuda çözüm üreten bir kanunname haline geliyor. Hem o dönem Avrupa’sındaki feminist hareketlerin hem de kadın hakları savunuculuğunun önemli bir hak mücadelesi haline geldiği dönemde ortaya çıkıyor. Ne var ki gayrimüslimlerin aile hukuku alanında kendi cemaatlerinde karar almaya devam etmek istemeleri ve İslamcıların fıkıh literatüründeki tüm görüşlerin tek kanunda ortaya koyulmasını kabul etmemeleri sebebiyle sadece bir buçuk yıl yürürlükte kalıyor ve sonra kaldırılıyor.
Bu kararnamede nişanlanmanın bir evlilik sözleşmesi değil sadece bir söz olduğu, erkeklerde evlilik yaşının 18, kadınlarda 17 olması gerektiği, nikâhların mutlaka vekil karşısında gerçekleştirilmesi gerektiği gibi bugün de konuşulan konular hakkında önemli görüşler var. Ayrıca ölü yahut sağ olduğu belli olmayan erkeklerin eşlerine boşanma hakkı da veriliyor. Neseple ilgili konularda, evlilik sona erdiğinde çocukların bakımını kimin üstleneceği noktasında yahut vesayet, nafaka gibi konularda eksikleri olmasına, savaş zamanında alelacele hazırlanmış olmasına rağmen, kanunu hazırlayan ekibin gayretlerinin dikkate değer olduğunu söyleyebiliriz.