Toplumsal Cinsiyet Okumaları / Toplumsal Cinsiyet ve Aile I

13 Şubat 2021

Toplumsal Cinsiyet Okumaları’nın yedinci haftasında “Toplumsal Cinsiyet ve Aile I” başlığında Prof. Dr. Nükhet Sirman ve Dr. Yasemin Özgün’ü dinledik. Okumalar sırasında öne çıkan satırlar şöyleydi:

Nükhet Sirman  “Toplumsal Cinsiyet, Aile Tartışmaları ve Feminizm”                                                                                                      

Maalesef Türkiye’de toplumsal cinsiyet kavramı olumsuz algılanmaya başlandı. Sanki bir kötülük ihtiva ediyormuş gibi. Oysa toplumsal cinsiyet gerçeklik değildir ki, bir gerçekliği analiz etmek için kullandığımız araçtır. Nedir o gerçeklik?  Kadın erkek arasındaki biyolojik farklılıklara toplumun kattığı anlam. Kazma ve toz bezini, ağlamayı ve cesareti cinsiyetlendirmiş olmak ve bütün erkek ve kadınların bu sınırlara sıkışmasını beklemek, bu gerçekliğin pratikte görünen yüzü.

Aile, bu anlam dünyası ile tanışma alanımız. Tabi bunu yalnız aile değil pek çok kurum yapıyor.  Ama aile bu meselenin ilk üstlenildiği yer oluyor. Aile, normlar bütünüdür. Değerlerin öğretildiği ve normatif bir şekilde empoze edildiği yerdir. Türkiye’de standart aile algısı içinde kadının payına aşk düşmez. Kadınlar genellikle evlenirler ve yapmaları gereken vazifeleri yaparlar. Ailenin içinde güçlenmeye çalışırlar. O evlilik içinde stratejilere başvurarak kendilerine alan açmaya çalışırlar.  Sıcak aile fantezisi bu kadınların umududur. Dayak yiyorlar, şiddet görüyorlar ve bu umutlarını kaybetmiyorlar. Bu fanteziye duygusal yatırım yapılıyor bu nedenle bundan vazgeçmek çok zor oluyor.

Çünkü Türkiye’deki modern ailenin gelişimine baktığımızda, bu modern ailenin fantezideki gibi de kurulmadığını görüyoruz. Ülkemizde modern aileyi kuran 1926 Medeni Kanunudur. Bu kanun der ki: “Ailenin reisi erkektir. Kadın da onun muavin ve müşaviridir.” Bu kanun kadın ve erkek arasında bir fark oluşturur. Fark oluşturmakla kalmaz, hiyerarşi kurar. Çünkü biri reis öbürü ise muavindir. Ve der ki: “Erkek eve bakmakla sorumludur.” Burada yeni adamlığın, yeni kocalığın tarifi vardır: “Paşalık”. Eskiden paşalar koca olurdu, 1926 medeni kanunuyla her koca paşa oldu. Osmanlıda evlenmenin belirli şartları vardı, erkekte belirli vasıflar aranırdı. Paşalar koca olabilirdi desek, yeridir. Ama artık erkekler evlendiklerinde bir muavin ve müşavir ödülüyle karşılaştılar medeni kanunda. Buna mukabil onun da karısı ve çocuklarına bakma yükümlüğünüz oldu. Dolayısıyla yeni modern ailede de sevgiye dayalı sıcak bir yuva kurulmuyor. Siz, evlendiğinizde bir anlaşmanın iki tarafı oluyorsunuz ve bu anlaşmaya göre birileri para getirecek, öbürleri de ev işlerini yapacak. Karşılıklı hizmete dayalı bir yer.

Türkiye’de zaten akrabalık meselesi, yaş, kuşak, ekberiyet, cinsiyet, soy, nesep, kan bağı kavramlarına dayalı idi ve bu nosyonlar bizim aile dediğimiz şeyi oluşturuyordu. Muavin ve müşavir kavramları da bunların üzerine inşa edildi. Bu çok ciddi bir konumlandırma ve sorumlulukları belirleme sistemidir ve bu kelimeler de sistemin birer işaret fişeğidir. Biz sürekli karşılıklı ilişkileri ve sınırlılıkları belirleyen kavramlarla birbirimizle ilişkiye gireriz. Bu nedenle, Türkiye’de hitap şekilleri ayrıca önemli bir meseledir çünkü kimin kiminle nasıl bir görev ve sorumluluk ağı içerisinde olduğunu gösterir. Siz bu hitap şekillerini ve akrabalık terimlerini kullandığınız anda o süregelmiş sistemin bir şekilde içinde olursunuz. Bu sistem aslında Türkiye’deki aile sisteminin ne kadar hibrit bir şey olduğunu gösteriyor.

Türkiye’deki aile sistemine baktığımızda, elimizde bir yandan hala devam eden bu akrabalığa dayalı toplumun getirdiği koskoca bir örüntü sistemi var. Bunun üstüne Cumhuriyetin getirdiği aile fantezileri var. Bunun üstüne bir de roman, dizi gibi yerlerden gelen başka başka aşklar, arzular ve fanteziler biniyor. Bir de üstüne feminizmi bindirince korkunç karmaşık bir sistem içinde aile ve akrabalığı yaşamaya çalışıyoruz. Mualla Eyüboğlu’nun sözüyle noktalarsak: “Serde aşk var, gerçekte hörmet.”

 

Yasemin Özgün “Feminizm ve Aile”

Antik Yunan’dan bugüne kadar filozoflar, dinler, sosyologlar, edebiyatçıların ürettiği aile algıları çok ortaklıklar taşıyor. Kadınlık, erkeklik tanımlamalarında yaratılan ikili karşıtlık etrafında örgütlenen bu anlayış, ailenin huzur ve güven ortamı içinde nesilleri ve dolayısıyla da emeği yeniden üretmesini bekliyor. Kadınlar aileyle birlikte anılıyor ve kavramsal olarak da aileye hapsedilmiş olarak düşünülüyor. Kadınlara yönelik alınacak politik kararlarda da bu düşünüşün sonuçlarından yola çıkılıyor. Pek çok aile ve kadınlara yönelik sosyal politikaların altında kadının aile içinde tanımlanmasından yola çıkıldığını görüyoruz. Dolaysıyla binlerce yıllık düşünce geleneğine baktığımızda erkekler “ne oldukları” üzerinden tanımlanırken kadınları tanımlamak için daha çok ne işe yaradıklarından yola çıkılıyor. Bir kadın hem soyun devamlılığını sağlama hem de milli değerlerin korunup aktarılmasıyla yükümlü oluyor. Bedenin, cinselliğin kontrol altına alındığı bu aile düzenine namus, bekâret söylemleri de eşlik ediyor. Devlet-baba-koca-erkek merkezli yürüyen denetim aileyi çeşitli değişkenlere bağlıyor ve çok farklı kontrol ağlarıyla bir arada tutuyor.

Sosyal bilimler alanında eleştirel yaklaşımlar ve feministler tarafından bütün bu kabuller yüz yılı aşkın bir süredir sorgulanıyor. Aile; kadınların, erkeklerin, çocukların hiyerarşik biçimde ilişkilendiği, kimi baskı, şiddet, sömürü katmanlarıyla da örülen ve devletin de iyi vatandaşlar yetiştirme idealine hizmet ederek bir tür ehlileştirilmiş öznelerin yetiştirilmesinin beklendiği bir tür iktidar alanı ve bütün diğer alanlara sirayet eden bir ideoloji olarak tanımlanıyor. Başka bir boyutuyla da özel mülkiyetin korunduğu, servetin soyla aktarıldığı bir alan aynı zamanda aile. Ayrıca kapitalizmin de ideolojik üremesi için bir tür ön koşul gibi gözüküyor.

Kadının toplumdaki yerini anlamaya yönelik erken dönem yazın, daha çok akrabalık ve ev içi ilişkilere teorik öncelik veriyor. Liberal, radikal, sosyalist feministler kadınların erkeklere göre neden daha düşük bir statüye ve daha dezavantajlı bir konuma sahip olduğu sorusuna verdikleri farklı pek çok yanıta rağmen her birinin ortaklaştığı şey şu ya da bu biçimde özgürleştirici toplumsal dönüşümün nasıl gerçekleştirilebileceğidir. Feminist eleştirmenler, ebeveynlik otoritesinin paylaşımı, çocuğun çıkarı ve babayla annenin eşit haklarını sorgularken, aile içindeki cinsiyete dayalı iş bölümünün onaylanmasını ve bu alandaki güç ilişkilerinden yararlanan çelişkileri gün yüzüne çıkarıyorlar.