TAM Söyleşileri 4 / Sanat Bağlamında Kadın Tasviri

4 Nisan 2019

TAM Söyleşileri’nin dördüncüsünde bu hafta üniversitemiz Güzel Sanatlar Fakültesi hocalarından Betül Bilgin’in “Sanat Bağlamında Kadın Tasviri” başlıklı konuşmasını dinledik.

Betül Bilgin konuşmasının başında sanatın geçmişte zanaat ismi üzerinden hayatın her alanında olduğunu, müzeleştirilmediğini, ihtiyaca binaen yapıldığını ve işlevselliğin ön planda tutulduğunu söyledi. 17. yüzyıla kadar sanatın konuşulmadığını, bu yüzyılda konuşulsa bile yazıya dökülmediğini bunun daha sonra gerçekleştiğini sözlerine ekledi.

Bilgin, sanat kelimesinin “art” kelimesinin tam karşılığı olmadığını, kelime anlamı olarak, bir duygu, tasarı, güzellik vb.nin anlatımında kullanılan yöntemlerin tamamı veya bu anlatım sonucunda ortaya çıkan üstün yaratıcılık,  bir dizi kurallar silsilesini takip eden estetik bir bilim olduğunu söyledi.

Betül Bilgin, “Tarihte kadına dair karşılaştığımız ilk sanatsal figürler en eskisi 26.000 yıllık olmak üzere tanrıça Venüs heykelleridir. Kadınlar tanrıça olarak heykelleştirilmiştir çünkü kadın doğurganlığın, bereketin ve sürekliliğin sembolüdür. Karşımıza çıkan bir başka tanrıça figürü de Antik Akdeniz dünyasının dinsel yaşamının en bilindik pratiklerinden biri, Kybele veya Cybele olarak adlandırılan Ana Tanrıça kültüdür. İnsanlar tarafından büyük saygı ve bağlılık duyulan bu tanrıçanın tapınımına dair bulgular Batı Avrupa’dan Afganistan’a kadar uzanan geniş bir bölgeye yayılmaktadır. Bununla birlikte, Ana Tanrıça kültünün asıl vatanı Orta ve Kuzeybatı Anadolu’da konumlanan Frigya (Phrygia)’dır. Ana Tanrıça kültü, antik Frigya’nın en kalıcı miraslarından biri olmakla birlikte, bu önemli Frig tanrıçası hakkında kendi anavatanında pek az şey bilinmektedir. Antik Frigya’da bugüne dek yapılan kazılarda henüz tanrıçanın gerçekleştirdiği ritüelleri betimleyen veya kendisine ibadet edenler üzerindeki güçlü etkisinin nedenlerini açıklayan bir metin bulunamamıştır. Öte yandan, Yunan ve Roma kaynaklarında Frigyalı Ana Tanrıça hakkında kapsamlı bilgiler mevcuttur ancak bunların büyük çoğunluğu tanrıçayı ve onun kültünü Yunan veya Roma kültürleri perspektifinden inceleyen ve tanrıçanın Frigya’daki doğasını tam olarak yansıtmayan belgelerdir. Frig kabartmalarında Kibele’nin başında kuleye benzer yüksek bir taç vardır; bu taç onun, kentlerin ve tarımsal ürünlerin tek egemeni sayıldığının simgesidir. Bu nedenle ona “mater turrigera” (kule taşıyan ana) da denirdi. Bu kuleler sayılarına göre tanrıçanın koruyuculuğu altında bulunan kenti, ya da kentleri temsil ederdi. Kafasında bir kule ile canlandırılan tanrıçanın elinde sürekli bir anahtarı vardı. Tanrıçanın en büyük tapınma yeri Sivrihisar yakınlarındaki Pessinus’ta idi. Pessinus’ta tanrıçaya bir idol biçiminde tapınılırdı ve bu idol gökten düştüğü ileri sürülen bir meteorit, bir kara taştı. Pessinus’ta şimşek, topuz ve çift ağızlı baltayla simgelenen tanrıça, burada daha çok bir savaş ve zafer tanrıçası karakterine sahipti” dedi. Bilgin, Antik Yunan’da matematik gelişene kadar yapılan figürlerde oranın olmadığını, bu devirden sonra ise orantının sanata dahil olduğunu anlattı. “Antik Yunan her ne kadar ataerkil bir toplum olarak gözükse de aslında anaerkil bir yanları da var. Erkek avlanmaya gittiğinde kadın toprağı işliyor, üretiyor bu yönüyle bereketi simgeliyor ve tanrıça olarak heykelleri yapılıyor.” diyen Betül Bilgin, Batı dünyasının Yunan’dan aldığını realizm ile devam ettirdiğini de ekledi.

“12. yüzyıla geldiğimizde Büyük Selçuklu Devleti’nden miras kalan, lüster tekniği ile yapılmış ud çalan kadın figürü, stuko tekniği ile yapılmış bir kadın başı ve başka bir kadın figürü karşımıza çıkıyor” diyen Betül Bilgin, “İslam kültüründe farklı inançlar var. Din var, inançlar kültürel birikimle değişiyor.  Resim yerine minyatür yapılıyor. Minyatürde zaman ve mekan mefhumu yok. Sanatçı Peygamber’i resmetse bile, kendi zamanında, kendi mekanında, kendi kıyafetleri ile yapar. Tek parçalı murakka resimler yapılıyor. Bunlarda gerçekçilik resimden çok, kıyafette kendini gösteriyor. 12-13. yüzyıllarda yazılmış Leyla ve Mecnun, Yusuf ve Züleyha benzeri aşk mesnevilerinin minyatürlü yazmalarında kadın figürler ile karşılaşıyoruz. 18. yüzyılda Sultan I. Abdülhamid Prusya elçisine vermek üzere kıyafet albümü yaptırıyor. Bu albümde kıyafetlerini göstermek üzere günlük hayattan kadın resimlerinin yanı sıra çalgıcı, dansçı cariye kadınların resimleri de yapılmıştır.” dedi.

Bilgin, “18.yüzyıldan sonra değişen toplum yapısı ile birlikte Avrupa tarzı resmin Osmanlı topraklarına girdiğini, 19. yüzyıl ile birlikte artık kadın ressamların da toplumda yer aldığını hatta Avrupa’ya gidip eğitim aldıklarını, 1889 yılında İstanbul’da doğmuş olan Müfide Kadri’nin Osmanlı’da bilinen ilk kadın ressam olduğunu ifade etti.

Betül Bilgin, geçmişte olduğu gibi günümüzde de kadın figürünün birçok sanat alanında halen kullanıldığını belirtti. TAM olarak kadın bedeninin sanat alanında nesnelleşmesinin sorunsallaştırıldığı bir başka söyleşide, bu bilgileri tekrar konuşmak temennisi ile program sonlandı.